II. TAŞ DEVRİ Mİ?
İnsanlığın gelişim sürecinde “taş devri” sözcük tamlaması zihinlerde insanlığın ilkel dönemlerini çağrıştırarak binlerce yıl önceki gelişme süreçlerini hatırlatır bize. Kaba taş devri ile başlayan tarihin bu kesitinde, bir dönem taşlar yontulmuş, sonra cilalanmıştır. Kaynaklarda ara dönemin ardından bakır devrine geçildiği yer almaktadır. Kronolojik tarih açısından ele alındığında o günler binlerce yıl gerilerde kalmıştır. Acaba gerçekten öyle mi?
Bugün dünyada ve ülkemizde yaşanan hak ihlalleri, şiddet, bencillik, duygusuzluk, aşırı hırs, nezaketsizlik, vurdumduymazlıklar alabildiğine artmış durumda. Bu gelişmeleri şeklen olmasa da ruhen II. taş devri olarak nitelendirmek yanlış olmaz herhalde. Evet, bugün insanların refah seviyeleri –görece- yükseliyor belki ama ne yazık ki sevgi ve merhamet seviyeleri aynı doğrultuda yükselmiyor. (istisnalar kaideyi bozmaz) Bilakis bulunduğu düzeyden de aşağılara inerek alçalma eğilimi gösteriyor.
“Paran varsa cümle âlem kulun paran yoksa tımarhanedir yolun” anlayışı her geçen gün daha da katmerleşerek zihinlerde çörekleniyor.
Diğer yandan, “dişini göstereceksin kardeşim, yoksa görmezler işini” düşüncesi toplum tarafından genel kabul görüyor sanki.
“Sevgi karın doyurmuyor ki” önermesi de oldukça popüler oldu popüler kültür sayesinde.
Bu ve benzeri söylemleri ilke edinen ve her taşın altından çıkan II. taş devrinin taş-er-onlar-ı bu düşüncelerini yaygınlaştırma adına mütemadiyen efor sarf ediyorlar.
Diğer yandan II. taş devrinin anasır-ı erbaası durumunda olan maddecilik, bencillik, bireysellik ve hedonizmin esir aldığı insanoğlunun psikolojik dengesi de bozuldu. Zaman geldi mesele öyle bir kısır döngüye dönüştü ki ruhu sıkılan maddeye, zevke odaklandı. Zevk düşkünlüğü ve maddeye taptıkça da ruh sıkıntısı bir kat daha arttı. Sonuç itibariyle de ruh hekimlerinin kapıları daha sık aşınır, her geçen gün ilaç dozları ve nicelikleri artarak bugün dünü aratır hale geldi.
Bir yandan dünyayı cebinde taşıyan, avuçlarının arasından görebilen insanoğlu kendine yabancılaştı. “Rabbena hep bana” diyerek verme zevkinden, paylaşma güzelliğinden mahrum kaldı. İnsanoğlu evini güzelleştirdi. Eşyasını, arabasını, elbisesini güzelleştirdi ancak kalbini güzelleştirmede aynı başarıyı yakalayamadı. Yüzünü kremlerle güzelleştiren insan, aynı derecede kalbine “kerem” unvanını veremedi. Adeta maddeyi putlaştırıp, insanı ilahlaştırdı. Sonuç itibariyle de mutsuz ve umutsuz bir halde ipi kopmuş tespih taneleri gibi darmadağın oldu. Dağılan insanoğlu tekrar toparlanmalı ve kendine gelmelidir. Bu itibarla;
Gün, ruhları kabalıklardan arındırıp “yontma ve cilalama” günüdür.
Gün, hasret kaldığımız “güler yüz ve tatlı dili” üzerindeki yosunları kaldırarak yeşertme günüdür.
Gün, yaptığımız nice başka açılımlar gibi tekraren ve daha kalıcı olarak “gönül açılımı” yapma günüdür.
Gün, paraya, eve, arabaya, elbiseye yaptığımız yatırım kadar “sevgiye, güzelliğe ve paylaşmaya” yatırım yapma günüdür.
Gün, II.taş devrine sponsorluk etmeyip -işe hanelerimizden başlayarak- güzel düşünüp, güzel görüp, güzel yaşayarak, nezaket ve letafetle dünyayı, “II.gül devrine” dönüştürme günüdür.
Gün, taştan katı kesilen, yosun tutmuş kalpleri, yürek erlerine teslim ederek yumuşatma, sevgi ve merhametle yıkama günüdür.
Unutulmamalı ki taş devri taşlar bittiği için değil, zihniyetler değiştiği için sona erdi. Şaire kulak vererek cümlelerimizi sonlandıralım.
Mal-ü mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi?
Bir muhalif yel eser, savurur harman gibi!
Kimseye bâki değildir, mülk-, dünya sim-ü zer,
Bir harap olmuş gönül, tamir etmektir hüner. (sim-ü zer: altın ve gümüş)
120123