SÖZ OLA….
Malum bizde seçim dönemleri hep gergin geçer. Bunun en büyük sebebi toplumsal anlamda birbirimizle kurduğumuz iletişimde özellikle seçim dönemlerinde kullandığımız üslup ile kurduğumuz cümlelerdir.
Çünkü, insanların birbirleriyle olan ilişkilerinin en belirleyici unsuru sözlerdir. Karşımızdakini anladığımızı, onu sevdiğimizi, ona kızdığımızı veya ona karşı tavrımızı ya sözlerimizle ya da beden dili denilen jest ve mimiklerimizle belli ederiz. Sözlerimiz bazen gönüller fetheder bazen de gönül saraylarını yerle bir eder. Büyük mütefekkir Mevlana sözlerle anlaşmanın yolunun, sözlere duyguları da katmaktan geçtiğini şu sözüyle ortaya koymuş: “Aynı dili konuşanlar değil; aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler.”
Dilin gönülden geçenlere tercüman olması gerektiğini bakın aynı Mevlana nasıl dile getirmiş; “Gönlü ve sözü bir olmayan kimsenin, yüz dili bile olsa o, yine dilsiz sayılır.”
“Bir kulaktan girip diğerinden çıkmaması” için sözlerimizin sadece kulağa değil kalbe de hitap etmesi gerekir.
Kalbe, gönüle hitap edilmesi konusunda bakın Yunus Emre nasıl sesleniyor bize;
“Yunus Emre der hoca,
Gerekse var bin hacca,
Hepisinden eyice,
Bir gönüle girmektir.”
Gönüller fethetmek, gönüllere hitap edebilmek bazen çok sıkı dostluklar sayesinde sıkıntıları, dertleri ortadan kaldırırken, bazen en zor kalelerin gönül fetihleri sayesinde kapılarının açılmasını sağlamıştır insanlık tarihi boyunca. Bu durumun aksini ise bakın Türk dünyasının büyük yazarı Bahtiyar VAHAPZADE nasıl dile getirmiş:
“Bin kitap söz yazarız kalbi uslandırmak için,
Kâfidir bir acı söz, bin kalbi kırmak için.”
Bir İsveç atasözünde ise “Soğuk bir kalpten sıcak bir söz çıkmaz” der. Kalbimizi, gönlümüzü sevgi sıcaklığında tutmak sözlerimizin kabul görmesinde oldukça etkili olacağı muhakkaktır. Yoksa “dilimiz bal, yüzümüz sirke satar” ki sonuçta istediğimiz hedefe asla ulaşamayız.
Kızılderililer “Bir insan hakkında hüküm vermeden önce, onun ayaklarıyla kırk gün gezin” der. Oysa karşımızdakinin ya tavırlarından ya da dudaklarından dökülenlerden hemen onun hakkında hüküm verme yolunu seçeriz çoğunlukla. Ünlü fizikçi A. Einstein “Ne hazin bir çağda yaşıyoruz. Bir ön yargıyı yıkmak, atomu parçalamaktan daha zor” tespitiyle sözlerimizde ya da tavırlarımızda önyargılı olmanın ilişkilerimiz açısından düzeltilmesi ne kadar zor sonuçlar ortaya koyacağına dikkat çekmektedir.
“İki şey ruhumuzu karartır, konuşacakken susmak, susacakken konuşmak” demiş Sadi. Gerçekten de öyle değil midir, bazen susmamız gereken yerde konuştuğumuz için, bazen de konuşmamız gereken yerde sustuğumuz için arzu etmediğimiz sonuçlarla karşı karşıya kalmaz mıyız? “Biliyorsan konuş ibret alsınlar, bilmiyorsan sus adam sansınlar” düsturu sanırım bu durumlara dikkat çekmek için en güzel uyarı olsa gerek.
Bir de sözlerini ölçüp tartmadan, ne anlama geleceğini, ifade etmek istediğimizle karşımızdakilerin anladıklarına dikkat etmeden sadece bir şeyler söylemiş olmak için söylendiğinde de anlamsız tartışmalara neden olabiliriz: “Nadan ile sohbet etmek güçtür bilene, çünkü nadan ne gelirse söyler diline”
Son olarak da sadece kendi söylediklerinin doğru olduğunu düşünüp öyle davrananlara dikkatinizi çekmek istiyorum. Böyleleri karşısındaki ile iletişim kurmak yerine onu etkilemeyi seçerler. “Bazı horozlar, yalızca kendileri öttükleri için sabah olduğunu zannederler” tespiti böyleleri için en uygun tespit olsa gerek. Çünkü horozlar sabah olduğunda öttükleri gibi günün aydınlık saatlerinde de ötmeye devam ederler. Sonuçta da kerameti kendi ötmelerinde sanırlar. Böylelerine hatırlatılması gereken en güzel söz de şu olacaktır. “Erken öten horozun başını çabuk keserler.”
120108