VAR MISIN YOK MUSUN?
Yaşamak ne kadar da zorlaştı Allahım! Demekten kendini alamıyor insanoğlu. Bir yanda ev kirası, diğer yanda su, elektrik, telefon, doğalgaz taksitleri. Öbür yanda çocukların hiç bitmeyen eğitim ve okul masrafları. Bir yanda eş, diğer yanda evlat, az ötede anne ve baba. Bunlar arasında denge kurma, hepsine yetme ve yetişme telaşı. Bir umutla çıkılan hayat merdivenlerinde yukarılara çıktıkça yorulan, nefesi daralan, her basamakta umudu biraz daha yiten zavallı insan.
İnsanoğlu son yıllarda hayatın yoğun koşturmacası içerisinde sükûnete eremiyor bir türlü. Herkes var gücüyle koşarak gelmiş çeşme başına. Hani evlerde aniden su kesilir de evde kap, kacak ne varsa “yeter ki içine bir miktar su konabilsin” denilerek çeşme başına gelinir ya işte aynen öyle. Canhıraş bir gayretle bütün kaplar doldurulup eve gelindiğinde hepsinin de altının delik olduğunun farkına varılıyor ama olan olmuştur bir kere. Herkes yaşamak için suyun derdinde ama aslında kendisinin dörtte üçünün su ile dolu olduğundan bihaber. İnsan adeta gölgesini kovalar gibi o kovaladıkça hayat ondan kaçıyor. Öyle kolayca yakalamak ne mümkün. Tüm çabalamalara rağmen onu bir türlü ele geçiremiyor. Ah bir tutabilse hayatı. İmiğine sımsıkı yapışacak ve bir daha asla salıvermeyecek. Ama nafile. Bütün çabasına, yorgunluğuna, dert ve ızdırabına rağmen geldiğini zannettiği son durak aslında başladığı noktanın ta kendisi oluveriyor. İşte bu noktada yaşanan, tarifsiz bir hayal kırıklığı. Gözler buğulu çünkü. Kesif bir duman kaplamış adeta yaşam denilen o muammayı. Sadece gözler mi kör olan? Gönüller de âmâ olmuş bu bilinmezlikler içerisinde. Bu zifiri karanlık içerisinde gözden neler kaçırıyor insanlık ah bir bilse; bilebilse.
Mesela mutluluk. Herkes mutluluğun peşinde. Onu arayanlar mutluluğu varlıkta ya da çoklukta zannediyor. Oysa mutluluk yoklukta ve sadelikte gizlidir. Mutluluk tevazunun en yakın komşusudur. Ne kadar az paranız olursa o kadar az derdiniz olur. Ne kadar az eşyanız olursa temizleme derdi de ona nazaran o kadar azdır. Ne kadar mütevazi bir evde oturursanız, kem gözlerden ve nazarlardan o kadar korunmuş olursunuz aslında. Aksine eşyanız arttıkça meşguliyetiniz de artar. Banka hesapları kabardıkça nefis de tavan yapar. Oysa zengin insan çok şeyi olan değil, az şeye ihtiyaç duyan kimsedir.
Hani klişe bir soru olarak sorulur ya. Issız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu? Diye. İşte öylesine bir sadelik ve yalınlıkla yaşamalı hayatı. Belki görünürde üç şey gibidir ama aslında yüzlerce şey vardır içinde. Çünkü Mevlana “Her insan cevherdir, işlenirse mücevher olur” diyor. Her şeyden önce üç şey ve işlenmeyi bekleyen bir cevherle kalırsın adada. Hava vardır, su vardır, güneş vardır, nefes almak vardır. Hareket etmek vardır daha neler vardır neler… İşte bu farkındalık içerisinde bakabilmeli insan hayata ve yaşama. Her şeyi rekabet vesilesi, herkesi de alt edilecek rakip gibi görmemeli. Rövanş maçına çıkmış yenik boksör gibi hayata bakmanın kime ne faydası olur ki?
Unutmayalım ki gündelik heves peşinde koşanların hayatı da günler kadar sınırlı oldu geçmişte. Ancak istikameti günü kurtarmak, günü yaşamak, gününü gün etmek olmayanlar yüzyıllara adını yazdırdılar.
Bakın tarihe iz bırakmış büyük insanlara. Birçoğunun hayatı sadelikten ibarettir. Çoğu “bir lokma bir hırkayı” hayat düsturu edinmişleridir. Varlık içinde yokluk çekmişlerdir. Onlar baki gayeleri uğruna fanilere yüz vermemişlerdir. Onlar güneşe doğru yürüdükleri için gölgeleri hep peşlerinden gelmiştir.
Yüzü güneşe dönük olarak yok olup aslında hep var olabilmek dileğiyle…
12014